Sınavlara var ya iyi çalıştım ha bu bünyeyle. Son iki finalim var, ancak kimin umrunda.... "Yaşamak çok boş, hayat niye var? Niye yaşıyoruz?" vs sorularına hızla yaklaşıyorum farkındayım. Tehlikenin farkındayım, ancak bir şey yapasım gelmiyor, yapamıyorum.
1 aydır yatağımla düzeysiz bir ilişki yaşıyoruz....
Neyse bugün bir dışarı havası aldım, düzelmek umuduyla....
Yataktan çıkmanın vaktidir deyip bugün dışarı çıktım. Beni bilenler bilir, moralim bozuksa iyi bir yemek yerim, Olgunlar veya Dost' tan kitap alırım, Mum Kafe'de bir pasta yerim, kırtasiyeye girerim veya sinemaya giderim. Bugün buradakilerden 3'ünü yaptım; biri sinemadaydı.
Koruyucu'ya girdim tabisi de Jason Statham var diye diye... Hüshüs bile zamanında bir filme girerken "Bak senin adam oynuyor bu filmde, buna girelim" dedi. O derece tanıyor beni.. Adama zaafım var :)
Adamı ben İrlandalı sanıyordum, ancak İngilizmiş. Hatta onun için bir "İrlandalılar" yazı taslağı bile oluşturdum, neyse..
Dövüş filmlerini herhalde bir Bruce Lee 'ye bu kadar yakıştırıyordum, bir de bu adama. Hatta bu adama daha çok yakışıyor. Biraz saçma bir laf olacak ama adamın eline silah da çok yakışıyor. Hani çocuk olsam, yanlış etkilenicem, elime silah alıp önüme çıkanı vurucam... :)
Adam -bence- geç bulunmuş bir cevher...
Sinemada izlemekten en keyif aldığım tür; macera-aksiyon. Evde battaniye altına kıvrılıp izlenecek film ise romantik-komedi-dram... Gerçi artık romantik filmlerden bana gınaa geldi, yaratıcılık öldü neredeyse.. Neyse... Aksiyon filmleri bence sinemada oynasın sadece yaaa, dvd'si çıkmasın, internete düşmesin. Çıkmasın ki bende hep gidip gidip sinemada izliyim. Vicdanıma da ne güzel bahanem hazır olsun; "Sadece sinemada oynuyor bu" diye.
Filme gelirsek... Çok keyif alarak izledim. Özellikle Jason Statham'ın yumruklarının her inişinde o kemik ve çarpma sesi niyeyse çok güzel geldi kulağıma.(Sadist miyim neyim? ) Abartı olur nolmalde her vuruşa böyle efekt, ama olmamış işte onda. Adam boksör zaten, bir yumrukla komalık ediyor adamı.
Adamın hayattan boşvermiş hali beni şaşırttı. Bu adama yakışmayan hareketler bunlar. "Düzen bozuldu, artık yapacak bir şey yok" durumu çok tanıdık geldi. İntiihara bile meylediyor amca, ahh ah seni o hale getirenler utansın be adam!
Dövüş, vuruş, kırışlar yerli yerinde, abartı değil. Kurgu iyiydi cidden. Bu tarz filmlerden sonra "oha yaa, cidden böyle mi yeraltı dünyası, polisler bu kadar mı kaypak?" diyorum ve Amerika'dan bir kez daha soğuyorum ve hatta korkuyorum.
Bu adam eli silahlıyken çok iyi! Kiralık katilken bile...
Evsizken bile şekil adam..
Kral olmaya da gayet layık...
Adama her halükarda güvenebilirsiniz. Korur, gözetir, sizin için dövüşür, kibardır, hakkaniyetlidir, masumları korur. Kötü adam olamaz yaaa bu adam. Oyunculuk olarak ona da yakışır, ama olmasın mümkünse...
Filmde en hoşuma giden sahne/ler, söz/ler;
*Çin klübüne gidişleri. Polislerin birlik halinde kasıntı kasıntı yürüyüşleri.Counter gibi birlik halinde merdivenlerden inişleri vs.
*A; Adamın soluk borusunu kırmışsın !
J; Soluk borusunun kırılabildiğini bilmiyordum :)
*J; Asla ne diyeceğimi bilemem böyle anlarda.
A; Hangi an?
J; Bir adamı öldürmeden önceki an... (der ve adamın boğazına çatal saplar...)
*Çinli adamların restorandan güruh halinde halkla çıkıp kayıplara karışmaları...
Bu arada son sahnelerde Jason beyaz bir audi Q7(sanırım) 'ye biniyor. Cilloph! gibi arabadan gözümü ayıramadım tabiiğ.
Filmi izlemenizi öneririm. Güzel bir aksiyon filmi...
*Ah ahh kim istemez "seni öldüğüm güne kadar koruyacağım ! " diyen bir Jason Statham...
Bugün okula azıcık erken gittim ki sınav öncesi ders çalışayım. Benim için en iyi öğrenme tekniği 1-birisine ders anlatırken, 2-sınav öncesi kapıda toplu çalışma. O yusuf yusuf hal vardır hani, herkes soru-cevap yapar. Ard arda 2-3 soruya cevap veremedin mi morarıp hızla eksilere düşersin. Ancak sınav kapısında konuşulan her şey benim zihnime kazınıyor resmen.
Neyse okula erken gittim, kütüphanede yardırmış ders çalışıyorum. Gök kafayı yedi birden. Dolu yağıyo, deli rüzgar falan, ben içimden "derdi nedir bu sonbaharın?" söylüyorum Halil abinin kulakları çınlasın...Pencere açıktı. Ben bir üşü ceket giy, bir sıcakla çıkar sonra üşü modunda 3. hareket olarak çıkardım üstümden kaldım öyle. Bazen benim gurur damarları fazla çalışır, olur olmaz rest çekerim. Bu üşüme-terleme durumlarında 3-4. harekette bırakırım. Bırakırım ceketle terliyim, bidaha çıkarmam. Yada "üşüyim anasını satıyım yaa" derim. Bugünkü trip bana fena patladı. Midemi üşütmüşüm. Karnım nassıl sancıyor ama. Benim midem sarkık, bir de mide kasları iyi çalışmıyor demişti doktor eskiden. Safra suyu resmen mideme doluyo, hissediyorum, ölüyorum acıdan. 90derece duramıyorum yoksa gerilip daha çok acıyor (olur mu demeyin valla oluyo) Ben böyle 50 derece dolaylarında kambur takılırken aklıma midemi üşüttüğüm için hastanede yattığım geldi.Zaten başka hastanede kalmışlığım yok, Allah artırmasın !! AMİN...
not; elimde kitap...yine her zamanki gibi en iyi dost...
Yıl; 2008, Mart dolayları.
Yer; Antalya Atatürk Devlet Hastanesi.
İğrenç ayrıntılarla mide bulandırmak istemem kısaca vücudumda artık sıvı ve sıvı benzeri bir şey kalmamıştı hastaneye gittik. Karın bölgesi sert, hassas. Apandistten şüphelendiler, değil. Benden 5 dakika önce gelen kadınla şikayetlerimiz aynı. Aynı kata, aynı odaya yatışımız oldu. Ertesi gün teyzeyi endoskopi, ultrason, mr vs için götürdüler. Geldiğinde iki gözü iki çeşme. Safra kesesinde tümör çıkmış, kötü huylu. Kanser karnına da yayılmış. Ben tabi üç buçuk attım. Aynı gün, aynı şikayetler, aynı sebeple hastanedeydik. "Oha lan !! Ben de mi Brütüs???" derken acilden ve ameliyata girmesi gerekenlerden dolayı benim tahlil ve çekilecek zımbırtılar yarına kaldı. Gel de dayan bir gün boyunca !!! Yüzüme karşı kansersin, ölüyorsun deseler içim rahatlıcak en azından hastalığımı öğrencektim,ama yoook. O gün, o bekleyiş off yani .... Sonunda midemi üşüttüğüm anlaşıldı. 3gün serumla beslendim + ilaçlar, 2 gün de pirinç lapası yedim geçti...
O gün o sıkıntıdan Hüshüs'e msj attım. Biz Lise 1'den itibaren Hüshüs'le arkadaştık.(Gerçi o baştan beri bana yazıyordu, olmayınca arkadaş olduk, hafif flörtöz durumları falan) 4-5 ay birbirimizden haber almaz, sonra ikimizden birimiz (sıkılanımız) msj atınca 3-4 hafta msjlaşır sonra yine 5aylık inziva köşelerimize çekilirdik. Biz msjlaştığımız dönem 1. hafta; Hüs'ün kesin sevgilisi olurdu, onunla çok mutlu, aşık falan-filan...2.hafta; Hüshüs kızı aslında çok sevmiyor da kız bunu seviyor olurdu...3.hafta; Hüshüs kızda sorun bulmaya başlar, bunları büyütür, bana dert yanar, benden akıl isterdi. Bir ışık görse kızı boşayıp bana gelmeye hazır...4.hafta kızdan ayrılırdı :) Benim suçum olmazdı ama yanlış anlaşılmasın. Adamın radarına ben girince algıları açılır, ruh tahlilleri yapar, özeleştiri, nesnel gözlem falan derken kızları beğenmezdi. Ben tabi 4. hafta fıydır kaçardım, işim ne :)
O gün msj attım, benim daha açılıp saçılmışım, daha bir halka mal edilmişim (mal ın üzerinde inceltme harfi var yanlış olmasın...! ) Gül diye bir kızla çıkıyormuş, yanında o varmış, sonra görüşürüz, baymış !!! Tabi şartel attı, kulaklarımdan duman çıkıyor sinirden. Evet Hüshüs'den o zamanlar böyle bir hareket, böyle bir abazanlık beklerim ama hastanedeyim falan dedim adam noldu? bile demedi. Yanımda olsa öldürürdüm safı ! Neyse 3 senenin sonu gönlüm artık biraz kaymışken avcunu yaladı yavrum tam bir sene daha...
Neyysee...
Hayatımın ilk çiçeğini de o gün alacakmışım meğerse. Eski sevgilimden (ablamın en yakın arkadaşıydı (ne ayıp ! ) ) çok hoş bir buket getirmişti... Şimdi sayısını unuttum, Hüshüs sağolsun sayısını bile unutturacak kadar çok getirdi...
Vayyy anasını sayın seyiciler... Ne günlermiş bee anmış olduk...
Neyse işte, kısaca ben bugün midemi üşüttüm. Sıcak bir duş, uyku, yemek...düzeldim...
*Üniversite hayatım boyunca çok şey öğrenmişim.(yaş- aileden uzak olma ve olgunlaşma durumu sebebiyle).. Dayanmayı, sabretmeyi, susmayı, affetmeyi... Sinirlenmemeyi, "olsun, o da insan" demeyi, hiçbir şeye şaşırmamayı, her şeye tahammül edebilmeyi, bir olayı en kötüsünden en iyisine enine boyuna düşünmeyi, fevri davranmamayı...
*"Abla olmayı", isyan etmemeyi, sorumluluk sahibi olmayı, empati yapmayı, plan yapmayı, mantıklı düşünebilmeyi....
Ama bu demek değil ki her şey güllük gülistanlık... Bazen yere düşüp toparlanamadığım anlar oluyor... Bazen farketmeden uçurumdan itildiğim de... Bazen bulutlarda uçarken kanatlarımın kesildiği anlar da var...
Anamı, babamı, bacımı, yiğenleri felan zaten deli gibi özledim de sanırım bir de "deniz- güneş- Konyaaltı- Toroslar" grubunu çoook özledim..
Baksanıza yaaa manzaraya... O güneşin buğusunda Toroslar varla-yok arası bir silüet olur yaaaa. Yeme de yanında yat şu manzaranın....(not; fotoğrafın sadece kenarları karartılmıştır. ışığıyla falan oynanmadı, sahici yane.)
Geçen sene yaşadığım bir olayı anlatıyım hemen:
Kundu' da bir otelde bir Rus turist öğlen saatleri olmasına karşın feci içmiş durumda. Adamların bünye sağlam içkiye belli, dıştan bakınca bişey yok yürümesi, konuşması falan ama beyin belli ki ambele olmuş :)
Toroslara doğru baktı baktı baktı ve dedi ki ; Hangi o* ç* çizmiş de asmış lan bu resmi dedi. Biz şaka yapıyor sanıyoruz ama adam bayaa bayaa ciddiydi. Meğer beyaz branda gibi bir şeyin üzerine sadece silüet şeklinde dağ çizilmiş sanmış... Güneş ve alkolün de bu saçmalamadaki katkısını unutmasak da adam güneşle o kadar belirsizleşen dağ görüntüsü görmemiş tabeee.
(not; yukarıdaki fotoda saat 3-4 civarı ve ekim ayı. Dağlar belirgin yani...)
Antalya'yı öyle özledim ki ders çalışırken molada bir koli hazırladım; bavulla götüremeyeceklerimi. Yaklaşık 15 kg geldi ama içindekiler sadece şunlar; *Bu sene aldığım ve ailemin izlemediği filmler (biz ailecek çok film izleriz) *Tezim için iki adet sahip olduğum Osmanlıca sözlük (Ferit Develioğlu ve Kamus-i Türki) *Ales kitabı (daha hiç bakmadım yazın başlıcam çalışmaya inş. Seneye gircem malum..) *Günlüğüm *Yazı-karalama defterim *Kalemliğim (neleri yanımda götüreceğime bayaa bir kafa yorup büyük bir kalemlik doldurdum) *Yazlık 3 adet kapri 6 adet tshirt-gömlek
*Rooftop Prince; Kore dizisi 8. bölümde bıraktım. Şimdilik..Malumunuz finaller.... İlk 3 bölümde çok çok güldüm.
*Bayaa oldu bu dizinin ilk 4 bölümünü izleyeli. Kalmış öyle...
*Okul kütüphanesinden alıp da zamanı gelince geri verdim. Yarım kaldı. Çok sarmadı herhalde almadım tekrar. Yarım bırakmam pek kitap- film olayını. Alır okurum büyük ihtimal.
*Geçen hafta teslim ettim kütüphaneye. Kütüphaneden iki kitap alınca dışarıdan da 2-3 kitap satın alıp öncelik onlara tanıyıp okumasam, emanet kitapları bitirebilirim sanırım 2 haftalık sürede...
*Utanıyorum... Evet bir kütüphane kitabı daha... Bayyaaa oldu bunu vereli, alıp okucam söz...
*Finaller geldiği için 10. bölümde bıraktığım dizi...
*Grey's Anatomy 'nin 9.sezonunu, The Vampire Diaries 'in 4. sezonunu, Teen wolf 'un 2.sezonunu, Şafak Vakti 2 'yi bekliyorum. Onlar da yarım ama tamamlanmaması benim suçum değil, COMING SOON...
Yazıya başlayınca aklıma geldi, şarkı da benden gelsin ...
Hiçbir güzelliğin yarım kalmaması dileğiyle...
Herkesin diğer yarımını bulup yarım yaşamaması umuduyla...
*Dün uyumadan önce kafamda döndü durdu bir gün Hüshüs'den ayrı düşersem diye. Ya da O hiç olmasaydı diye düşündüm...Yüreğim sıkıştı ve uykum tamamen kaçtı.
Biz mükemmel bir çift değiliz. Ben mükemmel değilim ve O'da şahane bulunmaz hint kumaşı değil... Ama O'nunlayken dünya eksiksiz oluyor...
Bir yolculuğa çıkarken her şeyin yanında olduğunu bilir de rahatlarsın ya, öyle işte.... Bir sınav öncesi her şeyi bildiğin için kibirli bir güven duyarsın ya, öyle işte...
Herkes gitse elini O'nun bırakmayacağını bilirsin.
O'nun taviz vereceğini, alttan alacağını, affedeceğini, ne istesen yapacağını bilirsin...
O'nun seni çoook sevdiğini bilirsin...
Öyle işte....
Sanırım O, daha çok seviyor....
Ben bu klipteki bulup da bunayan kızı oynuyorum....
Bazen çok şükürsüzüm gibi geliyor, vicdan yapıyorum yahu !!!
not; bundan iki gün sonra "Hüshüs eşşek kafalı öküzün biri yaa!!!" diyebilirim belli olmaz.ama değişmeyecek bir şey var; O sadece benim sevgi dolu eşşek kafalı aşık öküzüm :)
Bazı filmleri izlerken bazı mesleklere "olmak isterdim bea ! " gözüyle bakarım. Birkaçı şunlar ;
*Romantik Komedi filminden Esra (Sedef Avcı) Edebiyat okumuş ve reklam yazarlığı yapıyor. Bir şeylerden korkmasam, azıcık cesur olsam, kendime güvensem, yaratıcılığıma inansam delicesine yapmayı istediğim bir meslek....
*The Holiday filminden Amanda (Cameron Diaz) Film sektöründe, fragman hazırlıyor. Film sektöründe çalışmayı hep istedim hep istiyorum. Kimi zaman yazar, kimi zaman oyuncu, kimi zaman sanat yönetmeni olmayı bile istedim. Amanda'nın yaptığı iş kolu Türkiye'de var mı bilmem ama çalışmayı çok isterdim. Filmlere vurgunum, fragman, reklam gibi tanıtımları çok severim ve sıkılmam, ayrıca bir filmi ilk izleyenlerden olurdum, fena mı ?? !
*Kazara Koca filminden Dr. Emma Llyod (Uma Thurman) Radyoda konulu program yapıyor. (Bir konu üzerinde uzman demeye çalışıyorum yanlış anlaşılmasın, ilişki uzmanı) Sesim güzel olsa kesin yapmaya çalışacağım mesleklerden olurdu. Ama bende belli bir konu üzerine konuşmak isterdim.
*Arkadaştan Öte filminden Dylan (Justin Timberlake) Dergi editörü. Yine gözümü korkutan sadece uzaktan bakıp yalandığım bir meslek editörlük. Kitabevinden çok bir dergi editörü olmayı dilerdim.
*Beşik Kertmesi dizisinden Yağmur (Ayşe Tolga) Bir ünlünün asistanı. Onun programını ayarlayıp, ayakişlerine koşan, toplantılarını ayarlayan vs. Gözüm hep yükseklerde değil. Ben küçüklükten beri ünlü olmayı değil de bir ünlünün, iş adamının vs sağ kolu olmayı istedim :) Onun toplantılarını ayarlayım, yemeğini, gideceği oteli, bulunacağı yeri vs hazırlıyım isterdim.
not; aslında istediğim karakter daha çok Şeytan Marka Giyer' den Andy (Anne Hathaway) ama biraz nostalji yapalım dedim :)
*Can Dostum filminden Sean Maguire (Robin Williams) Psikolog. Herhalde şu an ikinci bir okul seç, oku ve çalış deseler yatkınlığım psikoloji olurdu. Hele bu adam gibi işinin ehli bir psikolog olmayı çok isterdim.
Şimdilik bu kaadar... Belki devamı gelir. Malum ben maymun iştahlı ve üstüne hayalperest bir insanım. Yarın bir başkan resmi koyup "yaptım, olacak ! " moduna bağlayabilirim :) :)
Orta okul ve lisede yanlış arkadaşlıklar kurdum...Kendime zarar verecek ya da kişiliğimi kötü etkilemelerine izin verecek bir şey yapmadım. Gözüm açıldığında ayrıldım, uzaklaştım onlardan. Belki de okul değiştirme hep işe yaradı. Lisede de hatalarını bildiğim "kanka"m üniversitede daha da sivrildi bende. Arkadaşlıklarım bitti.
Üniversite de korkum arkadaşsız kalmaktı. Beni asosyal olarak canlandırdıysanız kafanızda o kadar da değil !!! Sadece selam verdiğim, gördüğümde hal-hatır sorduğum insana ben arkadaş demem, tanıdık derim. Arkadaş her şeyinle konuşabildiğin, her anını paylaşabildiğin, seni eleştiren, seni iyileştiren, sana bir şeyler katan, derdini, kederini anlatıp beraber güldüğün insandır. Burcc ve Sibel (yani kuğğzu'm ) böyle oldular benim içim.
Sibel sürekli herkese "kuğğzu" diyen bir kızdı. Kibar, naif ve sempatikti uzaktan bakınca. Okul açıldıktan bir- iki ay sonra konuştuk ilk kez. Memleket muhabbetinden onun da benim gibi Antalya' dan geldiğini biliyordum. Suratına bakıp "aaa sen bir oyuncuya benziyorsun" oldum. Daha geçenlerde buldum sonunda kime benzediğini, 4 senenin sonundaaa yani şükür :)
not; Derya Arbaş
****
İnkılap dersinde bana "benimle ilgilen yaaa çok sıkılıyorum" diye ağlayıp ben kitaba devam edince uyurdu Sibel . Dersin sonunda "uyan geldik" derdim :)
*Yüzüklerin Efendisi ; saçını Yüzüklerin Efendisindeki elfler gibi yapardı sürekli :)
*İlkokul Adam; Boyu 1.5 falan olup, küçücük ayakları olan bu çocuk kırmızı, mavi gibi cırt renkler pantolan giyerdi. Ama "adam" diye nitelendirişimiz ise upuzun kıvırcık saçı, uzun sakalı ve hippi tarzıydı
*Vahap-zade; Kibar İstanbul beyefendisi kıvamında bir çocuktu. Sibel'le fena kırım kırım kırılarak konuşurdu.
*Cemil; Cemil İpekçi gibi bıyık-şal ve kel olduğu bir gün takmıştık lakabı. Feci sert bir adamdı. Gözleri korkunç bir çakır yeşiliydi. Bakınca korkardık Sibel'le .Adını hiç öğrenemedik. Onunla ilgili anımız çoktur...
gibi...
not; Nebi abinin çektiği orta bahçe pozlarından biri
Ben eşeklik edip sınıf tekrarına kalınca derslerde uzaklaştık. Ben eve çıktım, yurda beraber gidip gelmelerimzde azaldı. Bu sene komşu olduk ama bir sokak üstte oturuyorlar.Bu cuma son ders günüydü okulda... Buruldum resmen. 31'inde son sınavı var. Sonra okulla resmi olarak ilişiği bitiyor..Ben seninle okula varıp da orta bahçede çay içme ihtimalini sevdim ...Okul artık nasıl çekilir bilmiyorum.... Ama ben sensiz okulu hiç sevmicemmm :(
Gitmeni istememe karşın kalmanı hiç istemiyorum. İnşallah atanırsın beybi. Kaderin hep hayırlısıyla yazılsın...
Film izlemeyi gerçekten çok severim...Sinemada izlersem tabi ki daha güzel ama olsun laptop' umda taşşş gibi maşşallaahh !
Popüler filmleri izliyorum daha çok ama kült filmlere, oscarlılara ve festival filmlerine de sık sık uğruyorum. Moduma göre film izlemeyi seviyorum. Favorim tabi ki romantik-komedi sonrasında aksiyon-macera. Gerilim ve korku filmleri geçmişim bence çok az.
Festival filmlerine pek ısınamıyorum. Bazı filmlerin de çok abartıldığını düşünüyorum. Fransız sinemasının o bohemine, kapalılığına alışamadım, italyan filmlerinin o insan tasvirlerine ve garip aile ilişkilerine de... Anlaşılacağı üzre en çok hollywood seviyorum. Bollywood filmlerine de bayılırım. Türk filmlerine karşı ise gerçekçi yaklaşırım, ayrımcılık yapamam.
Başucu filmlerim deyince aklıma ilk 5 saniyede gelenler; The Holiday (Kate Winslet 'i ve Cameron Diaz'ı bana sevdiren ve Jude Law'ın insan olduğunu farkettiren filmdir, zira adamdan hiç haz etmezdim de..) ve Erkekler Ne Söyler Kadınlar Ne Anlar (Justin Long 'a bayıldığım film)
Film yorumu ve eleştirisinden çok beğendiğim sahneler hakkında konuşacağım genel olarak. Her filmde, ama istisnasız her filmde "en güzel sahne" dediğim yer vardır. En kötüsünde bile..Bazılarında birden fazla vardır ki o da filmin kalitesini gösterir. Bir konuşma, bir mimik, bir hareket...
Daha şimdi biten "This Means War" (İyi Olan Kazansın) 'la başlamak istiyorum.
* Beni çeken sahne; Tuck'ın eski jimnastikçi Lauren 'i lunaparka götürüp de yukarıdaki sirk salıncaklarında numara yapmasıydı. Müthiş eğlenceli ve feci bir "ilk randevu numarasıydı" bence. Fazla romantik olduğumu kabul ediyorum, tamam !
*Film hakkındaki yorumlara gelince; bu yazımda olduğu gibi kızlar serseri sever. Serseriden çok biraz ib*e yada yawşşaak adam seviyorlar. Zira filmin serseri görünüşlüsü Tuck' dı. Ama kız FDR' ı seçti. Ben olsam bin beş yüz kez Tuck 'ı seçerdim. Neyyys'se ! (Bu arada normalde film sonlarını söylemem, sadece bu seferlik böyle oldu, affola...)
* Güzel bir zaman geçirme filmiydi, eğlenceliydi ve can sıkıcı, göze batan bir şey yoktu. Adamlar ajan olmasa filmin esprisi olmazdı zira bilinen iki adam tek kıza aşık olur, iddiaya girerler, kız birini seçer senaryosu. Adamların elindeki imkanlarla film hareketleniyor. Tuck 'ın evine yağmur yağması güzeldi.
Yine beyaz seri kitaplara başladım... (Yüreğim Seni Seçti, Yitik Cennet, En Çok Beni Sev, Aşk Tutulması, Kalbimin Tek Sahibi, ve burda olmayan Bazıları Ateşli Sever)
Bu biraz eski ama bahsetmedim sanırım diye yazıyorum... Bu masamın son hali. Soldan başlarsak;
*Süslü not kartlarım
*3 renkli kutu (bozuk para, uçlar, ataç ve zımba kutusu)
*Uçlu kalemlerin bulunduğu kalemlik
*3 katlı kalemliğim (pilkalemler, tükenmez kalemler, stıcker,bant,makas vs. gözü)
*Kağıtlarımı koyduğum şey*?(renkli A4'ler, saman kağıtları, beyaz A4'ler)
Sometimes i feel like this...Books, papers, pens and sea....
1-Sayfayı tıklayan sayısı arttıkça içimde böyle kımıl kımıl bir şeyler uçuşuyor, mutlu oluyorum...
2-Twitter'daki Tatlı Sözlük' ü okuyunca yeni nesil çocuklar "çok p*ç lan !" diyorum
3-Sevgilinin sakallı halini gören cennetlikmiş bende...
4-Şebnem Ferah sahnede devleşiyormuş, sesi canlı canlı daha güzelmiş, çok mütevazı ve dinleyicisine çok saygılıymış ve de esprili hatunmuş (Ankara Üni. şenliklerine geldi...)
5-Kız arkadaşlarla gecenin bir körü, konser dönüşü kokareç yenirmiş...
6-Yemek Sepeti adamın hasıymış, iyi ki varmış...
7-Yeğenin sana benzetilince saçma sapan koltukların kabarır mutlu olurmuşsun (halbuki bu durumda senin en ufak payın yoktur...)
8-Ablam şahane bir destekleyicidir (her tel konuşmamızda "nie blog yazmıyorsun?" diyor..)
9-Burcc 'la aramızda çok kullandığımız "böylee kımıl kımıl bişey" lafı bir gün Mado' da benim canım tatlı çekip de ne istediğimde karar veremediğim bir gün ortaya çıktı...Şöyle ki; "puding kadar sıvı bir şey istemiyorum, ama yaşpasta kadar da katı olmasın, ağızda köpük gibi dağılsın, tadı çok baygın olmasın, biraz hafif bir tatlı olsun, sütlü tatlı olmasın böyle kımıl kımıl bir şey olsun yaaa....muhabbeti.
Çocukken her şey kolaydı... Güzeldi... Sen bana "abla" derdin, ben sana "bebeğim" .... Aileden kopuk bir takım, kendi bağımsızlığını ilan etmiş bir topluluktuk. Sen evimize gelince ben daha 5 yaşındaydım... Düzgün oturursam seni kucağıma verebileceklerini söyledi annemler. O kadar düzgün oturdum ki, sen kollarıma gelene kadar o kadar heyecanlanmıştım ki ve sana kavuşunca.... "Benim bebeğim" olduğunu anladım. Tüm o barbielerden daha güzeldin, canlıydın, cennet kokuyordun. Ağladığında bende ağlardım ve annem senle ilgilenirken babam benle alay edip avutmaya çalışırdı. Ben seni çok sevdim be ufaklık... Sen benim için bir erkek kardeşten çok daha fazlasıydın. Her şeyimi senle paylaştım. Özellikle sevgimi.... Tüm kız dedikodularımı, aşklarımı, kavgalarımı sen bilirdin ilk ağızdan. Daha sen çocukken annem- babam kavga ederken seni saklar, oyunlar uydurur ve sana yalanlar söylerdim; "her şey güzel olacak"
Sorunlu bir anneye sahiptik... Daha ufacık bir çocukken kendini değersiz hissedecek şeyler söylerdi... "Sırf evliliğimizi kurtarmak için doğurdum seni... Seni istemedim bile... Ben sadece bir tane kız evladım olsun istemiştim... Sense aynı babana benziyorsun..." Babam sırf erkek oldun diye bir kaç sene daha dayanıp sonra annemle ayrılmıştı. Annem her şeyin suçunu senin minicik omuzlarına bırakmıştı. Kendimi suçlayarak, vicdan azabıyla seni daha çok sevdim, daha çok sardım...
Büyüdükçe, o ergen triplerine girdikçe benle arana mesafe koymaya başladın. Liseye gitmeye başlayınca adam oldun sandın.... Her söylediğime kızıyordun... Bebeğim demem cinayete eş değerdi gözünde... Ben de sana uydum. Hiçbir şeyini anlatmamaya başladın, korkularını paylaşmadın, kızlardan bahsetmedin... Ama hala orada bir yerlerdeydi benim minicik kardeşim.
Ben sana inatla her şeyimi anlatmaya devam ettim... Seni hayatıma hep dahil ettim. Sevgililerimle seni tanıştırdım, kalp kırıklıklarımı sana anlattım, arkadaşlarımı sana gammazladım... Mezuniyet baloma bile seni takıp koluma götürdüm. Ama gözlerindeki uzaklaşma alametlerinden çok korktum be çocuk... Benden kopuşundan nefret ettim, elimden bir şey gelmedi...
Salak saçma arkadaşlar edindiğini biliyordum, sigara, alkol durumlarını da çakmıştım... Konuşmaya çalışınca kızdın bende sana hep olumlu yaklaşmaya çalıştım. Ancak seni gözlerin bomboş, uçmuş şekilde görünce uyuşturucuya dayanamayacağımı anladım. Aramıza koyduğun onca mesafeden bu işe yaradı ve koptuk. Ben sana küstüm ölesiye....
Sadece düğün günümde biraz kendin oldun tekrar bir süreliğine... Sarılıp ağladık öylece. Veda gibiydi... Ertesi gün gidince anladım... Üç yıl kimse seni bulamamışken tam da karnımdaki çocuğun cinsiyetinin erkek olduğunu öğrendiğim gün, hayatımdaki her şeyin yolunda olduğu dönem, seni bile aklıma daha az getirip daha az ağladığım bir aralık karşıma çıktın.... Bir gazate sayfasından fırladın üzerime...Hayatına son vermenin haberinle burun buruna kaldım.. Ve zaten zar zor görüştüğüm annemle ölümüne kopup bebeğimi sen yerine koydum.... Bebeğim....
Seni barda gördüğüm an, elinde biran, gözlerin yarı kapalı, omuzların çökük, ne kadar alsan da yetmezmiş gibi soluduğun derin nefesinle yıkık bir adam, kayıp bir ruh olduğunu anlamıştım.... Biliyordum... Ancak değişirsin gibi gelmişti; kendime fazla güvenmişim...
Halbuki bu tavrının bir yıl boyunca aynı iş yerinde çalıştığım, ilk tanıştığım adamla yakından-uzaktan alakası yoktu. Ne olduysa bir aylık izinden dönünce değiştin. Sen gitmişsin de depresif ikizin gelmiş gibiydi. Senden taban tabana zıt biriydi yeni sen...
Her gün iş yerinde seni gözlemekten mesai sonrasına kalıp dosyaları halletmem alışkanlığım olmuştu. Her zaman gülen, gülünce gözlerinin içinde kamp ateşi yakan, ofisin en şeker insanı, benim kalbimin depara kalkmasına sebep olan adam, sen... O kadar içten, cana yakındın ki... O kadar yakışıklı, bilgili, kibar... Aynı zamanda çapkın gülüşlü o muhteşem adam...
İzinden dönünce gelen adamın sen olma ihtimali sıfırdı... Sen değildin... Ruhun bedeninden sökülüp atılmış gibiydi. Gülmüyor, konuşmuyordun. En önemlisi o kadar boş bakıyordun ki, bir şeyler gördüğüne emin değilim. Bomboş gibiydin... Hiçbir şey hissetmez gibi. İnsan değil de artık bir robotmuşsun gibi. Yaşamak için hiçbir sebebin yokmuş gibi. Nefes almaktan, bu dünyada olmaktan rahatsızmışsın gibi....Seninle konuşmaya, sana ulaşmaya çabaladım. Konuşmadın, dinlemedin, anlatmadın...
O gün ofiscek bara gidildi. Tabii ben yine geç çıktım. Bara girince herkesten ayrı, herkesten uzak, en tenha köşede içiyordun bir başına. Doğrudan yanına geldim. Bir şeyler anlatmaya başladım, saatlerce konuştum. Dönüp bana ya bir ya iki kez baktım. Önemli değildi. Sadece senle konuşmaktı derdim. Olur da sıkılıp isyan edersin diye. Yada ben anlatıyorum diye sende bir şeyler anlatırsın diye... Tepki vermedin hiç, duydun mu onu bile bilmiyorum.
Deli gibi içtik. Taksiyle seni eve bıraktım. Koltuğa yığıldın. Seni öyle bırakamadım. Başına yastık yaptım bacaklarımı. Çocukmuşsun gibi başını okşadım... Öylece ağlamaya başladın ve anlatmaya başladın bir ay önce ölen nişanlını...
*****
Sana ulaşmıştım. En azından o geceden sonra benle iletişime geçtin. Tekrar gülmeye, konuşmaya bile başladın. En büyük kozumu oynayıp her şeyi sana yatırdım. Ve sen sonunda benim oldun.... Herkes tekrar eski haline döndüğüne yeminler ediyordu... Ancak ben tüm gerçekleri biliyordum. Aramızda hep bir hayal vardı. Geçer sandım; geçmedi....
Savaşmak için elimde hiçbir şeyin olmadığı, göremediğim, tanımadığım bir rakipti o. Boy ölçüşmem imkansızdı...
Herkes beni ne çok sevdiğine bahse girerdi... Ancak en çok güldüğümüz bir anda gözlerinin donuklaştığına, sevişmelerin en uç noktasından durup bana o malum "sen o değilsin" bakışına, en yakın olduğumuz anlarda bir anda uzaklaşmana ve içine kapanmana sadece ben şahit oluyordum.
Çok şey istemediğime eminim... Sadece beni sev istedim...
O'nu aş ve BEN'im ol.......
Sanırım imkansızı arzulamışım... Bu aşk tek taraflı....Sense bir elin benim avuçlarımda olmasına rağmen O'na aitsin... Her zaman ve daima....şarkısı da bu
Diğer yazıda Vampir Günlüklerinde tercihimin Damon' dan yana olduğunu söylemiştim... Çünkü kızlar serseri sever... Yada en azından ben öyleyim... Her zaman serserilere yakınlık duymuşumdur, sorunlu adamlar beni çekmiştir. Buna arkadaşlık da dahil.
Niyeyse kızlar olarak ( "salak gibi" ); iyi, temiz, titiz, ilgili, her şeyi dört dörtlük, seven, yardımcı olan falan tipleri pek sevmeyiz. Böyle kavga eden, elini masaya vuran, bazen ilgisiz, serseri adamlar ilgimizi çeker. İlişkinin başında tabi !!!!!!!! Sonra o serseri adamı ev kuşuna döndürmeye çalışırız..... Ne ironi ama ....
Misal Kaybedenler Kulübü'nde Zeynep (Ahu Türkpençe), Kaan'ın (Nejat İşler) serseri haline vuruluyor. İlişki ilerleyince adam ol! triplerine giriyor... Kaan işte asrın lafını ediyor tüm kadınlığa seslenircesine ;
"Haydaaa, en başta yaptıklarımın hepsi heyecanlı gelmişti sana..
...
Ben buyum. Hiç saklanmadım, hiç değişmedim. Memnun değilsen, senin için yeterli değilsem, s*ktirip gidersin !"
Ancak değişmiyor, dönüşmüyor döngü... Kızlar Serseri Sever....
Burcc 'un yokluğunda tam ev köstebeği modunda takıldım... Sanırım en büyük korkum ne karanlık, ne insanüstü varlıklar... En büyük korkum yalnızlık.... Resmen depresyona giriyorum... İşin garibi bilinçli ve istekli bir şekilde bu yola giriyorum....
Şöyleki ; dört gün boyunca yataktan hiç çıkmadım... Tüm gece netten dizi izledim, gündüz uyudum, uyanınca iki kaşık yemek yedim (Allah'tan hazır vardı yoksa ölsem yapmazdım.) Geceye doğru kalkıp bir meyve yedim falan. 4günde bu sayede 5 kilo verdim. Ancak sakın ola "ooo ne güzel yaaa öyle kilo verebiliyorsan ne güzel.." demeyin sadece normal bir şekilde bir öğün yemek yiyince tekrar eski kiloda görülüyorum... 4günde 3 sezon bitirdim... Hangi dizi mi? Yeni gözdem ;
VAMPİR GÜNLÜKLERİ
Herhalde dizinin en arsız kapaklarından biri bu... Ancak dizi böyle bir şey işte... Seksi, vahşi, aşklı, tehlikeli... Ben izlerken keyif aldım... Alacakaranlık serisinden sonra vampir, kurtadam dizi/kitapları çoğalınca pek ilgilenmemiştim; çünkü hayalkırıklığı gibiydi benim için... Ve tutulan bir işten sonra mantar gibi çoğalan türdeşlerine pek şans vermem ben. Ancak dizisi başarılı the vampire diaries' in... Kitabı hakkında hiç bir fikrim yok...
Dizide yeni nesil vampir eserler gibi iki aşk/adam arasında kalma durumu var. Birisi uslu, sakin çocuk; diğeri tehlikeli ve serseri çocuk. Ancak bu kızcağızın bu iki adam arasında kalmasının en kötü ögesi bu adamlar kardeş. Bre salak kız, aileyi çökertiyorsun diye çok serzenişte izledim 3. sezonu...
Benim tercihimi sorarsanız -ki kimse sormaz-; Damon...
İzlerseniz eğlenirsiniz bence... Vampirlik, kuralları, ölüm şekli, tarihi vs. durumları pek havada kalmamış, güzel bir sisteme oturtup mümkün olduğunca boşluk bırakmamaya çalışılmış...