28 Şubat 2013 Perşembe

Dünyada Yalnız Değilim...


Yalnızlığın zirve yaptığı şu günlerde kendimi dünyada yalnız olmadığıma inandırıyorum.
Birkaç ufak ayrıntı geldi aklıma, aslında önemsiz, minimal şeyler...
Ama eminim yalnız değilimdir bu konularda.
İşte aklıma gelen birkaçı;

* Bepanthen Krem'in kokusu o kadar şahane ki...yiyesim geliyor. Bildiğin böyle katı bir şey olsun, tadı da kokusu gibi şahane olsun, ağız dolusu yiyim istiyorum. Bu konuda dünyada tek olamam herhalde...

* Romantik-komedi tarzı filmlerin sonu baştan en bilemedin ortadan belliykenyine de o sondaki kavuşma anında içim mutluluk ve umutla doluyor. Yalnız değilimdir herhalde...

* Gece uyuyamayınca bir ses böler geceyi, incecikten. Minicik bir tıkırtı, kıpırtı... Ödün kopar. Nefes bile almadan onu dinlersin. Hem bir daha duymaktan korkarsın hem de duymak için tüm hücrelerinle hazır ve nazır beklersin uzun süre.

* Bazı insanların, bazı ünlülerin fazla abartılmış, fazla şans verilmiş ve gereğinden fazla büyütülmüş olduğunu düşünüyorum. Emsalsiz değilim sanırsam.

* Bir cümle, bir replik, bir duruş/bakış aklına gelir ve "ben bunu daha önce nerden duydum?" diye hatırlamaya çalışırsın. Kafayı yersin böyle. Saliselik görüntü şeklinde gelir zihnine. Aklın gelen kodları okuyamıyordur ama bilirsin orda bir yerdedir o bilgi ve sinir olursun hatırlayana kadar.

* Bir koku seni bir yerden bir yere alır götürür. Bir anıdan, bir insandan bahsetmiyorum. Belki hiç anın yoktur o kokuyla. Belki ilk kez duyuyorsun o esansı. Ama seni bir yere götürür. Belki bir göl kenarına, belki bir deniz kıyısına, belki bir dağ kampına, belki bir çiçek bahçesine...

* Hiç tatmamış olduğum bir yiyeceğin, içeceğin tadını  bazen çok net bir şekilde ağzımda duyumsuyorum. Biliyorum ki tatmadım. Sadece görüntüsüyle veya içinde ne olduğunu bilmemle alakalı olarak sanki yemişçesine, ağzım o tatla dolmuşçasına biliyorum. Alabiliyorum resmen tadını... Misal bepanthen örneğimdeki gibi :)

Yalnız olamam herhalde dünyada....
Ben bilmesemde... o bilmese de... onlar farkında olmasa da...
Yalnız Değiliz...


23 Şubat 2013 Cumartesi

İŞTE O SAHNE !


Biraz da "takdir etmek gerek yapılan işi, ortada bir emek var" tutumumndan dolayı,
bütün filmlerde, bütün dizilerde mutlaka güzel bir an, güzel bir sahne, güzel bir replik olduğuna inanıyorum.
Filmi beğenmeyebilirsiniz,
çekimi, senaryoyu, oyunculukları beğenmeyebilirsiniz,
film gişede yerden yere vurulmuş, bilfiil işgal edilmiş olabilir...
Ama mutlaka beğenilecek bir anı, bir karesi vardır.

"İfrit teferruatta mahfuzdur" dememişler boşuna.
İşte ben de en çok bunları, o kareleri severim.
Bir andır beni benden alan, oyuncunun bir bakışı, bir cümlesi, yönetmenin itinayla çektiği bir manzara...
Aşık olurum resmen, vurulmalarım hep o tarz ufak ayrıntılardır.

Örneklendiriyim ben şimdi bunu, farz-ı misal;


An Invisible Sign'da otistik özürlü ablamız Jessica Alba kırk yılın başı insan olup, Chris abimizin daveti üzerine sinemaya gider, ardından kaçar. Yavrum, anlayışlı abimiz kızın peşinden eve gider, hiçbir şey olmamış gibi davranır,sohbedip evi gezerler. Öğrencilerin resimleri üzerine konuşurlar. Sonra Chris bakışlarını bayıp kızımıza yaklaşır. Gerilim hissetmeye başlarız o an. O bakış neye delalet biliriz.
"Bunu biliyor musun?" der.
Kız, "evet" der ama kelebek kadar narindir. Ha uçtu ha uçacak, yine kaçacak dersiniz.
Chris bir adım daha yaklaşır.
"Bunu biliyor musun?" der. Karşısındakinin manyak karının teki olduğunu anladığından farkındadır narinliğin. 
Kız cevap bile veremez, kafa sallar. Hiç arkadaşı olmamış, sorunlu, asosyal kızımız için devrim niteliğindedir tabi bu ürün :)
Adam öyle hafif yaklaşır, ve dudakları değdiğinde kız böyle nefes alamaz hani, hissederiz onu. Ciğerlerine nefes yetmiyormuşçasına bir derin nefes çeker, sanki nefesimiz düğümlenir bizimde... Kızın ilk öpücüğü olduğunu, ne kadar özel olduğunu, sorunlu bir kız için ne kadar anlamlı olduğunu biliriz. Adamın anlayışına aşık oluruz. Herkes böyle davranamazdı, hem küstah, hem kendini beğenmiş, hem müthiş anlayışlı aşk adamını görürüz. 
Va-la ! İşte o 30 saniye bence filmin en güzel sahnesidir.


Only You, Güney Kore dram filmi. Kör ablamız evde yalnızken pislik patronu eve gelir, p*şt kıza tecavüz etmeye kalkar. "Ama olmaz ki!" diye üzüldüğümüz an oğlan gelir ve manzara karşısında kayış kopar haliyle.
Eski boksör çocuk patronu bir güzel pataklar, kızın "dur artık!" çağrısıyla adamı öldürmek üzere olan cinnet halinden çıkar. Adamın ağzını ses çıkarmasın diye kapatıp iki parmağını kırar. O an çocuğun bakışında/gözyaşında aşkı, çaresizliği, cinneti, öfkeyi, insan sevgisini, adaletsizliği görür ve kahroluruz. "Bir daha böyle bir şey olursa seni öldürürüm" derken sesindeki çaresizlik kavurur bizi de.


Aşk İçin Değer filminde serseri adamımız bizi hiiç etkileyemese de hiiiç yakışıklı gelmese de ne kadar güzel bir aşık olduğunu gösterir. Takıntılı salak karının birine
"Renk konusunda hassas olduğunu biliyorum, o yüzden ağırdan alacağız" diye fısıldayışını duyarız. Mumlar yanmış yatak odasında kamera ablanın yatakta uzanmış halini tepeden tırnağa süzerken.
"İstemezsen kimsenin bilmesi gerekmez, bu ikimiz arasında sır kalacak" der Simon Baker. Ve ablanın ayak tırnağına kırmızı oje sürer, kurusun diye üfler hafiften. Anlatınca çirkin, böyle bir sahne nasıl seksi/dokunaklı/romantik olur diyenler halt yesin lütfen ve bir zahmet açıp o sahneyi kendileri görsün. O maskülen adamın o hali vurur taaaa içimizden bizi :) 
"Bu adamın neyi seksi bee !
Bu filmde olması gereken en son insan bu yaa ! (şeytan marka giyer'de)
2009'da bilmem ne magazin dergisinde en seksi adam seçilmiş bu adam, oy verenler b*k yemiş bence" diyen kişiler bile (yes o benim) 
o sahnede o adama erirler animallah !!!

Bunun gibi işte... O sahne'ler, o ayrıntılar vurur beni, eminim benim gibi düşünenler vardır...
Filmsiz kalmayın anacım
See you !


izle babam, izle !


şu ara kendimi dağa-taşa değil;
filmdir, dizidir, görsel sanatlara vurdum...

yelpazem de öyle geniş ki,
şöyle bir düşününce;
kebap üstüne kaymak üstüne krem şokola üstüne peynir üstüne menemen yemiş gibi olmuşum...
çöplüğe dönmüş yani...

bir de ne yalan söliyim, kalitem düşmeye başlamış...
en son izlediklerimi top 10 yaparsam;
* I'll teach you love
* The Vampire Diaries
*Grey's Anatomy
* The Mentalist
*Dikkat Yumruk Geliyor
*Sex And The City (dizi)
*Bay Kibirliyle 100 Gün
*Girls
*Only You
*Benim Küçük Gelinim
*Şimdi Gel de Gör Beni

Bunlar çok uzun süre zarfında olan şeyler değil yaa, bir dün bugün iki :)
Dizilerden birer bölüm izledim merak etmeyin, tozutmadım daha o kadar :D
Adio...

12 Şubat 2013 Salı

Happy Birthday For Me


Ben günlük görevi görmekte olan bir ufacık toz zerresiyim kocaman internet evreninde. Sahibim  kendini çokca şey sanan bir kız çocuğu daha.
Ne yazacağına karar veremediğinde hor kullanıp arsızca karaladı üzerimi. 
An geldi, güzel birkaç kelam gezindi klavyenin üzerinde.
Özendi, kırıldı, heves etti, umutlandı, somurttu, üzüldü, sıkıldı...karşımda.
Ama günü-saatiyle bir yıl oldu ben doğalı...

Aslında sahibim olacak hayalperestin birçok düşüncesi var.
*sanki yapabilecekmiş gibi, pehhh !
Şımarık ve yüzsüzce sadece istemesini, dilemesini bilen ama kılını bile kıpırdatmayı beceremeyen bir amatör.
Beni yaratmayı o kadar uzun süre düşündü ki -bir yıldan fazla zannedersem- açtığında şaşırmıştım.
Daha da şaşırdığım konu ise bir yıl oldu ve vazgeçmedi. Bunun ne kadar büyük bir olay olduğunu bilemezsiniz siz...
Ama ben bana hükmeden bu arsız kız çocuğunu tanıyorum... ve şaşıyorum...
Gerçi bana çok ihtiyacı olduğu bir gerçek. Hatta bana muhtaç, dışarıya açılan mikrofunuyum ben onun. Ulvi bir amaca hizmet ediyorum yani bir nevi...
İnsanlık vazifesi :)

Yaşamak, büyümek serpilmek istiyorum. Şu dünyanızda kendime yer edinmek istiyorum daha da...
Daha fazla doğum günü görmek istediğim bir gerçek, saklamıyorum...

O zaman gelsin mi;

İYİ Kİ DOĞMUŞUM...
İYİ Kİ SİZİ TANIMIŞIM...
İYİ Kİ BENİMLESİNİZ...

not; kendime bu şarkıyı seçtim, hadi sizde dinlemeden gitmeyin...


9 Şubat 2013 Cumartesi

Dizi Dizi Dizildi...


Şu okuduğum bölüm de benim görsel eserlere bakışımı değiştirdi ya arkadaş, ben daha ne diyim ?

Şimdi bu cümleyle başlayınca "bu ne beea" demiş olabilirsiniz. Beynim bazen hızlı düşünüp, birkaç cümle yutup sonuca bağlıyor da... Açıklıyım o halde;

birkaç cümle önce

Bölümüm Türk Dili ve Edebiyatı. Bu bölüm 5 ana bilim dalından oluşuyor;
*Yeni Edebiyat
*Eski Edebiyat
*Yeni Dil (gramer)
*Eski Dil
*Halk Edebiyatı (bazıları bunu saymıyor)

Ben bu dallardan en çok Yeni Edebiyatı seviyorum. Prof.'u da sağolsun var olsun muhteşem Nurullah Hoca.
Ben  bu yeni edebiyat derslerini sevince, her öğrenci gibi sevdiğim derse ilgi alakam yüksek oldu. Hoca ne dese can kulağıyla dinlemeler, sürekli hayattan, güncelden örnekler, öğrenciyi ve yorumu teşvik durumları derken ben teknik her şeyi deli gibi öğrendim. Öğrendiğim her şeyi de eserlere uygulamaya bayıldım.
Ancak kitaplardan çok ben bu
"sembolizm, imge, simge, tanrısal konumlu gözlemci anlatıcı, prototip, mecazlar, göndermeler, ahlak anlayışı, eleştiri vs." durumlarını film ve tiyatrolar başta olmak üzere dizilerde,reklamlarda uygulayıp yorumlamayı yeğ tutuyorum.
Dolayısıyla şu okuduğum bölüm de benim görsel eserlere bakışımı değiştirdi yaa !

Bu girizgahtan sonra bu postun yazılış amacına geliyorum;



* Türkiyede diziler hakkında bir çok eleştiri var. Deli gibi izlenip yine de çemkirik pozları neyde yok ki, nankör dizi sektörüne olmasın.
Tutmayan müthiş kaliteli dizinin çöpe atılması, bir yapıma sadece bir kere şans vermek, sürekli eleştirmek...
sadece bazıları...

Dizi sürelerinin uzunluğundan şikayet herkesin ortak sorunu zaten. Daha da büyük sorun ise bu süreyi doldurmak için yapılan iğrenç reyting kaygılı uzun uzun bakışlar, bir lafa on saatte girmeler falan.
Ya yıllarca kusucam, öldüm, geberiyorum dediğimiz Akasya Durağı, Arka Sokaklar gelip kuruldular ekrana.
Doktorlar kaç bin kez döndü (ben onu baştan sona iki sefer izledim :) Yazın evde napıyım, sıkıntıdan, bi de orjinaline olan deliii aşkımdan dolayı)

Ama sorarım size şikayet ettiğiniz dizileri niye izliyorsunuz?
İzliyor musunuz ya da?
Rest çekip kişisel tepkini koy, izleme...

Olmuyo ama di mi?
Eee arz talep meselesi oluyor işte ondan sonra...

Yabancı dizilere herkes sarmış durumda.
Eee güzel çünkü. Benim de bayılıyorum. 5yıldız üzerinden oylamalarımla birlikte şu sıra izlediğim diziler;
Grey's Anatomy (*****)
The Newsroom (****)
The Vampire Diaries (**)
Game Of Thrones (***)
Sherlock (****)
HIMYM (****) (bunu da ara ara bakıyorum. Tamamen sonuçlansın o sıra izlicem)
House (**)
Do No Harm (***) (yeni başladı bende yeni baktım, görcez bakalım)

--Eee adamların dizisi 20 dakka ya da 40 dakka, bu biiiir
--Sonra adamlar istedikleri gibi mola, istedikleri kadar tatil yapıyorlar, misal Sherlock (1saat ama) 3yılda 2 sezon çekilmiş. Ve her sezonda 3 bölümcük var. 2yılda insanlar 3. sezon için beklicek.
(Dün Şubat bu haftalık gösterilmedi, millet hemen yaktı yıktı ortalığı)
--Bir de saygı var ya yapılan işe, metalaştırıyorlar nerdeyse diziyi ve oyuncuları.

Neyse.
Televizyonla arama üniversiteye geldiğimden beri belli bir sınır koymuşum farkında olmadan. Hiiiç dizi izlemeden geçirebilirim zamanımı.
Ama seviyorum, arıyorum, bulup izliyorum.
Ama hiçbirine bağımlı değilim.
Ben Aşk-ı Memnu'yu bile izlememiştim düzenli, çok heycanlı bölümleri izlerdim sadece yurtcak :)
Fatmagül'de sıkılırdım, sona doğru izlerdim, o da her hafta değil.
Kuzey Güney'e arada göz gezdiriyorum şu an tv'de olanlardan.
İntikam, 20Dakika, Pis Yedili, Krem... (başka ne var şu ara tv'de dönen :S )  hiiiiç bakmadım bile, sıkılıyorum...

Ancak şu ara bence televizyonları kasıp kavuran bir durak var,
Yıllarca güvendiğimiz,
 nasıl olsa arkamızda diye "cepte o" muamelesi yaptığımız,
vefalı eski eş gibi kumalarına boyun eğmiş,
her gelen sarsıntıda ayakta kalmış,
sonra da küllerinden doğmuş,

TRT

Şu ara ailecek izlenebilecek,
içinize naif dokunuşlar yapabilecek,
sevgiyle, mutlulukla, sıkılmadan izlenecek,
adından söz edilen yapımlarla karşımıza çıkabilecek
tek kanal olarak görüyorum artık.

Favorilerim ve çokca beğenilenleri ;
Leyla ile Mecnun
Avrupa Avrupa 
Seksenler
ve tabiii

ŞUBAT 


Türk televizyon tarihinde en keyifle izlediğim, heyecanlandığım dizi diyebilirim sanırım.
Bir sonraki yazıda geniş bilgilendirme yapıcam görüşlerimle.
Spoiler diyenin ağzına vurucam haberiniz olsun, şikayet edicek olan okumasın :D


7 Şubat 2013 Perşembe

look at that!


Bu şarkıdan yola çıkarak aklıma geldi
+
Şu ara herkesin yaptığı şu 11 gerçek mimi
=
zaten bildiğiniz bir "bunları biliyor musunuz?" yazısı oluştu.
Çok değil, birkaç şey yazıp kaçıcam.

*İçinde gonca kelimesi geçen bütün şarkıları, en azından o cümleyi üzerime alınıyorum, evet.

*Adımı herkesin ağzına yakıştırıyorum; ancak kendim söylerken o kadar garip geliyor ki !!!
(Adın ne sorusu en sevmediğim sorulardan biri herhalde. Türkçe'nin en zor seslerinden, yamuklarından biri -g sesi,üstelik de başta. Birde nazallaşan n ve g'den sonra gelince çirkin olan o sesi...  Her adımı söyleyişte nasıl tonlayıp, nasıl söyleyeceğim sıkıntısı aklımdan 2saniye geçiyor, evet)

*İyi bir film, iyi bir dizi, iyi bir kitap karşısında kendimden utanıp, aciz hissedip yazdığım, yazmak istediğim, hayal ettiğim her şeyi yakıp atasım geliyor, evet.

*Çok güzel bir şey izleyince ve o devir bitince kendi hayatıma döndüğüm o on saniye burnum sızlıyor, ağlamak istiyor ve garip bir melankoliye giriyorum, evet.

*Şubat dizisine aşık oldum şu ara. Geç buldum, asla bırakmam herhalde,evet.
(Bu diziyle ilgili ayrı ve uuppuzun bir post yayınlayacağım, izleyin; benden söylemesi)

*Çok güzel bir şey görünce, duyunca, izleyince onu herkesle paylaşmak istiyorum, herkes görsün istiyorum, evet.

*Tiryalik, alışkanlık, bağımlılık... ne derseniz işte; ondan vazgeçilebiliniyormuş, evet
(Nerden mi biliyorum; kola içmiyorum artık aa dostlar, ordan)

*Yeğenimi şu an yanında olduğu ve adını söyleyebildiği için kardeşimden kıskanıyorum, evet.

*Yalnızlık en büyük fobim, evet.

*Her gece en az bir kez ölümü düşünürüm, evet.
(Şu an ölsem, beni şöyle bulsalar, bu yorum yapsalar diyerekten odamı toplamışlığım, kılık kıyafetime dikkat etmişliğim, telefonumu tuşkilidine almışlığğım vs. var, evet)

*Tek başımayken benden büyük paranoyak yokmuş, evet.

*Hayatta herkese verdiklerimi yerine getirmek için didinip yırtınırken kendime verdiğim sözlerin neredeyse hiçbirini yapmamışım, evet.

*Kendimi sevmediğim doğrudur, evet.

2 Şubat 2013 Cumartesi

turnalara haber salın...

not; aşağıdaki yazıda kendini beğenmişlik ve ajitasyon aynı anda koyun koyuna yatmaktadır.
ee bize ne diyebilirsiniz,
diyen varsa ilk paragraftan sonra okumayı bırakabilir ama şarkıyı dinlemeden geçmeyin...

Hüs'le 1,5 ay sonra 4. yılımızı geride bırakmış olacağız. Ve biz bu süre boyunca ard arda katıp toplasanız 6-7ay yan yana yaşamışızdır. Askeriyede öğrenciyken ankesör başında saat bekleyip, kamptayken günde 1 dakikalık konuşmalarla, onu görebilmek için yapılan 23-24 saatlik berbat uykusuz yolculuklarla geçti hala da geçiyor....

Kimse yapamaz demiyorum, elbette bir sürü kız yapabilir bunları. Beni anlayan da bir çok insan çıkar eminim... Hüs'ün arkadaşlarının da sevgilileri var, aynı benim gibiler.
Biliyorum bunları da özleyince bu bahaneler vız gelip tırıs gidiyor inanın...
Dünyadaki en büyük özlem bana aitmiş gibi geliyor o anlarda...
Misal şu an :)

*Yolculuklar;
Balıkesir'de okuldayken 3-4 ayda bir onu görmeye gidiyordum. Bir kez otobüs yolculuğu yapma gafletinde bulundum. Sanırım ölebilirdim o an acıdan... Acı eşiğimin düşük olmadığını düşünüyorum ne yalan söyleyim. Ama otobüs yolculuğunda ruhumu teslim ediyorum nerdeyse. Bir kere assla uyuyamıyorum. Yanımda çik-lit tarzı bir kitap varsa bitiriyorum ya da 250-300 sayfa rahat okuyorum. Boyun fıtığım var. kafadan boyun felç, başım ölümüne ağrıyo. Kuyruk sokumum ablam tekme atıp merdivenden düşürdüğünden beri fazla oturunca ağrıyor, o da var (ilk bir hafta asla oturamamıştım ) (garip geldiyse düzeltiyim biz deliler kampında büyüdük de böle şeyler normaldı :D )
Sonra Mavi Ekspress sağolsun TCDY :) Arada çıkıp yürümek, ayakta durmak, yolculukta wc'ye gidebilmek ne güzel geldi. Ama onun da sorunu 12 saat ve üzerini buluyordu yolculuk...Garda in sabah 6'da, Hüs'ü bekle ama kıç kadar garda ( o saatte hiçbir yer açık olmazdı) 7saat Hüs'ü gör, Hüs gidince 7 saat boşboş bekle garda, kafede...Sonra geri dön yurda...Uykusuz geçen rahat 38-40 saat, şişmiş ayaklar, ölmüş de haberi olmayan omurga sistemi...

*Telefon; 
HüsHüs Balıkesir'de öğrenciyken ankesöre yapışık yaşıyordum. Yanlış anlaşılmasın haaa bütün gün değil, sadece akşam 8:30 ile 9:30 arası başlayıp en fazla yarım saat-CİK süren bir süre.


Bunu anahtarlık olarak kullanmaya başlamıştım. İki katı olunca Kızılay'da yolda düşürmüşüm farketmeden. Çok üzülmiştüm. Yeşiller 100'lük, maviler 50'lik. İkimiz de öğrenci olduğumuz için bir o knt alıyordu, bir ben... Onda da vardı yani bu kadar...
Okul bitince eğitime gittiklerinde günde sadece 1 dakika lık tel konuşmalarıyla 3 ay yaşadık :) Sonraki ay 27gün dağda yürüyüş yaptılar. O zaman hiç görüşmedik hatta.
Geçen ay da (şu an Şırnak'ta) fazla yağan kardan dolayı 3 hafta telefonlar gitti. Önce dandik Vodafone ve Avea hatları kesildi. Arkadaşlarından isterse Turkcell'den arayıp 2-3 dakka konuşuyorduk. Şimdi geldi Allah'tan...

ayy darlandım hatırladıkça...
gerisi sonra..
sıradaki madde başlıkları
*tatiller
*ailelerle durum
*kavgalar
*özel günler, kutlamalar