31 Mart 2013 Pazar

SALGIN...







Bilinmez ülkelerden birinin başkentinde, bilinmez bir zaman diliminde, köhne bir barın arkasında ucuz yollu bir daireyi kiralamış fahişeler topluluğunun en gönülsüzü, aynı zamanda en popüleri, bir meş'um gecede üçüncü müşterisine açmışken bacaklarını ve inatla gözgöze gelmekten kaçınırken, başını sağa doksan derece yatırmış aniden. Adamın sol elindeki şa'şalı ve özel sipariş nikah yüzüğü dikkatini ilk saniyede kaçınılmaz bir biçimde çekivermiş. Adamın fahişe tercihinden göz zevkini, ordan da evlenmeye karar verdiği karısının görüntüsüne dair tahminlerine yeni başlamış ki adam hunharca elini kadının suratına kapatıp kendine çevirmiş.
"Gözlerimin içine bakacaksın !" deyip daha bir abnmış üzerine. Kadın aynı anda hem ağzını hem burnunu kapatan ve gözlerinde delişmen bakışlarla "Ben böyle severim..." diyen adamdan bir nebze olsun kurtulmaya çalışmış. Zar zor aldığı yarım yamalak nefesler, adamın beklenenden fazla  ağırlık üzerine saç diplerini kanatırcasına çeken bu sapığa bakıp bir an önce kurtulmayı istemiş.

Adam bitmiş haliyle bir süre sonra doğa kanunu. Derin bir "ohh !" çekip çok çirkin bir gülümsemeye sahip olduğunu göstermiş yorgun kadına. Kadın o an hayatında yapmadığı kadar içten ve en ulvi duygularla bir bedduada bulunmuş. Şansına ki dua kapıları ardına kadar açıkmış ki kabul olunmuş. Acaba bilse bir bedduayla harcarmıydı ki o kadın? Bir zengin koca, namuslu bir hayat belki bir iş yeri falan diler geçiştirirdi kim bilir. Ama dahası olmuş ağzından çıkan cümleyle...

Adam liste fiyatının zırnık fazlasını koklatmadan basmış gitmiş. Kadın paydos verip evine yol alırken rüzgarın ters yönden estiğini, başının üzerinde bir düzlemdeki yıldızların komplesinin aynı anda ve aynı yönde kaydığını, şehirdeki tüm trafik lambalarının kırmızıda takılı kaldığını farketmemiş. Koca bir ülkenin kaderini değiştirdiğinin, gelmiş geçmiş en büyük salgın hastalığı başlattığının da şuuruna varmamış...


MY MAD FAT DIARY :)


 Bu diziyi izlediniz mi?
Ben bayıla bayıla izledim. Tavsiye ederim.


Bu arkadaş grubu bir harika !!!


Finn müthiş bir veled. Karizmana kurban veled.


Chloe tam bir *rospu !!!



Bu kızda ilk andan itibaren kendini sevdiren acıklı/komik/içten/sevimli/akıllı/biz gibi bir yan var.


Oyunculukları, çekim teknikleri,müzikleri şahane.

diyorum, başka da bir şey demiyorum.
2.sezonu şimdiden sabırsızlıkla bekliyorum.

birkaç vecize ile diziden alıntılar yapmak istedim;
misal;

*  R; Sanki bir orangutan beynime kusmuş gibi hissediyorum...

*  R; Beni Jurassic Park'taki keçiymişim gibi bütün bütün yutmasını istedim !

*  Büyük İskender ülkesinin genişliğini görünce ağladı; "fethedecek başka bir dünya yok" diye. Benim ülkem ise yatağım. Tam tersi nedenden ağlıyorum; dünyam beni fethetti.

*  T; Nasılsın?
R; Çifte kaynamış bok gibiyim...

*  A; Biri ruhuma işemiş gibi hissederken yemek filan yiyemem ben.

*  R; Bok gibi olduğumu biliyorum, hatırlatmana gerek yok !

*  R; Karman çorman olmanı seviyorum. Seni gerçek yapan da bu... bizim gibi....

*  Bir şey hissettim; kökleri derinde ve çürümüştü.... bir şeyin gözlerinin önünde hatıraya dönüştüğünü farkettiğinde hissedeceğin bir şeydi....



30 Mart 2013 Cumartesi

Mahmut ile Meryem'den

not; spoiler evet içerir.


Ansiklopedik bilgilerini vermicem filmin, her yerde var nasılsa. Bulur okursunuz.
Öncelikle hep eleştirdiğim bir durum vardı benim.
"Türk sinemasını geriletecek işler değil, ilertecek yapımlar yapın kardeşim yaaa!
Orjinal olun, orjinal fikirler getirin. Oyuncu kadrosunu popülerlerden toplayıp da saçma bir senaryo dayayıp da içi boş koftiden 1,5 saat oyalamayın milleti.
Hayır çeviri, uyarlama yapacaksınız da onda da orjinal olun azcık."
diorum hep (pek bi bilir kişi olarak ! )

Ve hep söylediğim bir şey daha, yaa babalar gibi bir edebiyat geçmişiniz var sizin
-ağzını doldurup söyleyeceksin ama- "DİVAN EDEBİYATI"
Orda ne mesneviler var, ne yitip giden aşklar, ne büyük devler var.
Al ordan bir mesnevi, uyarla !
derken Mahmut ile Meryem'i görünce çok sevindim.
3.GELENEKSEL DOOMGÜNÜ YALNIZ SİNEMA geleneğimde yine her zamanki gibi ilk seansına girdim.
Çok güzeldi bence. Ayrı bir zaafım olacak tabi bir edebiyatçı olarak. Fantastik ögeleri, aşkı, sosyal sorunları, tarihi olayları hepsini harmanlayıp sunan bir film ve bu kadar öge sizi yormuyor.


Aras Bulut İynemli'yi öyle çok ilgim yoktu. Dikkat etmemiştim daha önce. Evet durgun sahnelerde oyunculuğu biraz havada kalıyor mu desem kendine yakıştıramıyor mu desem bilmiyorum ama acı adama süper gidiyor. Filmde çektiği acıyı yüreğimde ben de çektim sanki. Adem elmasına kurban, ne güzel kullanmış öyle. Oyunculuk açısından beğeni kadrajıma girdi benim. Allah yolunu açık etsin.


Eva Dedova'ya ne demeli, BİR İÇİM SU ! mübarek. Hemen maşallah diyim, bazen nazarım değiyor mazallah. Ben güzele güzel derim benim olmasına gerek yok :) Ama şu an vikipedi den '92 doğumlu olduğunu öğrendim ve tüm sempatim söndü kıza ! HIH !!!

*Filmin müzikleri de çok güzeldi bence. Ben zaten ağıt ve yakarışları, iç yakan tınıları çok severim. O yüzden final müziği best yani.




Bazen filmlerde, dizilerde falan başrol oyuncuların dışında, belki çok da önemli bir rolü olmayan, bazen bi dakka durup sahneden kaybolan tiplerin, karekterlerini devleştirdiğini görürüz. Rol çalarlar resmen. Oyunculukları belki başrollerden daha çok konuşulur, akılda kalırlar. Mahmut ile Meryem'de de Tomris İncer oyunculuk dersi veriyor resmen. Filmde olay, sahne değil de kişi olarak akılda kalan en büyük parça o. Bir bakışı, dudak büzüp göz kırmışı yetiyor demek ki ustalara.


not; (alakasız ama)
Son zamanlarda ise bence en başarılı rol çalan Zerrin. Yalan Dünya deyince aklıma başka hiçbir karakter onun kadar net gelmiyor. 


bir not daha; filmin adını söylerken hiç normal normal mahmut demiyorum. Kampüsistanı hatırlarsanız eğer, ordaki hatun gibi Mahmut'u "dudaklarımla" söylüyorum. o demek yaa derseniz açın bakın anlarsınız, hatırlayanlar biliyor zaten.

Bu kadar işte. İzlerseniz seversiniz. Türk sinemasına katkınız olsun, sinemaya gittiğinizde ilk tercihiniz olabilir. 
Adio !

29 Mart 2013 Cuma

AH BE FOSFORLU !!!


Bugün bir kez daha farkettim ki,
Yeşilçam'da en sevdiğim aşk filmi;
Fosforlu Cevriye :)

Türkan Şoray'ı çok sevmem ben, çok da güzel bulmam, ben Gülşen Bubikoğlu'cuyumdur.
Neyse işte
Türkan Şoray'ı bana sevdiren filmdir bu.

Filmde aptal saptal yanlış anlamalar,
Acıdan içinizin kıyılacağı sahneler,
İmkansız aşklar, saçma gurur takıntıları yok...

İnandırıcı olmayan fazla kibar İstanbul Türkçe'si yok,
Aksine müthiş bir argo (küfür değil dikkat çekerim) kültürü var.
Mıç-mıç olmayan bir aşk,
Kendini beğenmiş, zengin, çapkın başrol adamlar yerine
Delikanlı ve bıçkın jön Tanju Gürsu,
Polisiye, macera, aşk, aile dramı... hepsi var.
Ve işin güzeli hep bir gülümseme ile izliyorsunuz ya filmi,
Bayılıyorum...

Fosforlu Cevriye şarkısına da ayrı tavım... Çok çok severim.


Bu şarkı da müthiş ezgisiyler, sözleriiyle, hissiyatıyla...



Hazır Fosforlu demişken, Burcc la gidip bayıldığımız bir Ankara DT'nin Fosforlu Cevriye oyunundan en nadide parçaları da paylaşıyım, özellikle ilk şarkıda eğlenin ;)


23 Mart 2013 Cumartesi

bir varken bir yok oldu...


dal gonca'yı bir sabah açılmış buldu...
değişmişti... dönüşmüştü...
neler gitmişti ellerinden de nelere sahipti şimdi?
kişiliğini kaybetmiş miydi? -asıl soru
mutlu muydu peki şimdi?

değişmeyi görmüş, yakından gözlemlemişken devrimi,
eskiye dönebilir miydi şu an?
canı sıkılmadan bakabilir miydi ruhuna?
adlandırması kolay olur muydu hislerini?

ya canı sıkkındıysa?
ya istemediyse bu gelişmeyi?
mutsuzsa sonsuz derinlikte -asıl sorun
kararsızsa her şey hakkında?

ya tarafsız bakamıyorsa artık?
ya geçmişe mazi değil de mutluyduk diyorsa?
seçme, karar verme hakkı elinden alındıysa?
ya çığlık çığlığa umutsuzsa?

sihirli bir değnek beklerken kafasına darbe alıp
yardırdıysa hunharca?
artık bülbülü gelip can vermeye hazır halini kaybedip
yapraklarını mendil, gövdesini kürdan gibi kullandıysa?
ama hala bülbüle naz yapamadıysa???
ve mecburen o da kendinden vazgeçtiyse...

dal gonca'yı bir sabah açılmış buldu..
hiçbir şey eskisi gibi olmadı zaten sonra......


19 Mart 2013 Salı

Kıp'kırmızı...

Aşk kırmızıymış... Rengini ben seçemezmişim !!!
Bu tezi şu an kırıyorum;
Nasıl mı?
Yazmak aşksa bana...
Ve şu an yazım kırmızı ve tonunu bordomsu kırmızı haline ben getirdiysem...
Kontrol benim elimdeymiş ...

By the way,
Büyük konuşcam şimdi, sıkı durun.

Aldatılırsam; asla Durmam...
                           Aynı Kalmam...
                            Tepkisiz Olmam...
                             Terkederim...
            mümkünse  Mahvederim...
               kendimce  Katlederim...
                 ahım var,  Zulmederim...

Aşk Kırmızı'yı izlediniz mi? Bu konu ordan ileri gelmekte. Ne salak filmdi di mi yaa o?


Konu bakımından kıl olmalarım bir yana, saçma sapan yerde filmi kesmeler, dünyanın en aptal araba patlama sahnelerinden biri ve çekim olarak da pek tatmin etmemesi sinirimizi bozdu Burcc'la.

Son 5 dakkası benim sinirden durduramadığım kıkırdamalarım, Burcc'un "vay arkadaş !!!" nidaları, benim pek alışık olmadığımdan ağzımda eğreti duran ama her karakter için ayrı ayrı itinayla seçtiğim küfürlerimle başbaşa geçti.

Ama filmden öğrendiklerim de oldu.
misal;

*Tayanç Ayaydın bakışı ve sadece bir baş hareketiyle bile bütün duygusunu veren ve Locarno en iyi erkek oyuncu ödülünü sonuna kadar hak eden iyi bir oyuncuy- MUŞ.


*Nurgül Yeşilçay yaşlanmış lan bildiğin, eski çıtırlığı kalmamış. Ama vücudu hiç göstermiyor. Bu arada bir insanın yaşını en çok gösteren yerinin göz kapakları olabileceğini -hatta göz kapaklarının iç tarafı, göz pınarları yani-  farkettim.


*Nurgül'ün sesi kulağımı tırmaladı. İstisnalar hariç sigaradan kalınlaşan sesleri özellikle kadın seslerini hiç sevmiyorum.

*Kilo verdikten sonra sarkma sadece kadınlarda görülen bir durum değilmiş. Tayanç'cığın her ne kadar karın kasları göz doldursa da sarkık derisi göze göze batıyor. 

*Mühim olan zayıflık değilmiş. Öyle olsa Ezgi'nin bacakları inatla sırıtırken Nurgül'ünkilere maşallah !! demezdik.

*Ayrı ayrı karşılaştırınca kaşları, burun yapısı, göz renk ve şekli birbirine çooooo..oook benzeyen iki insan bütünde birbirne zerre kadar benzemez olabilirmiş... (vay arkadaş !)


*ps; Film öncesi dönen Eti reklamına bayıldık biz. Mutluluk mesela pilav'mış.... Ya da çikolatalardan dev bir ev.... :)  (:



Korkularınızla Yüzleşin...

Korkularla yüzleşmek...
Ne meşakkatli bir işkence...
Kurgusu, ihtimalleri, üzrine gidiş planı, uygulaması, sonuçları...

Korkmak basittir ama.
Sana pek de bağlı değildir.
Bir olgu vardır+sen varsındır+kendince sebeplerin vardır=sınırlarını senin belirlediğin bir korku vardır.

Ama korkunla yüzleşmekte bütün yük senin omuzlarındadır.
Kaçamazsın, saklanamazsın, sorumluluğu başkasına atamazsın.
Sen ve senin bütün maddelerin sıralanır...ve yüzleşme gerçekleşene kadar ölümlerden ölüm beğenirsin.

Bu kadar latifemin sebebi öyle büyük fobiler değil,
Okula gittim tekrar...onca zamanlardan sonra...

Darısı daha başlamadığım TEZ'e inşallah !
Ve TEZ zamanda maşallah !
(cinasımı da yaparım imzamı atarım)



14 Mart 2013 Perşembe

Sustukça !

Susuyorum....
Sayfalar dolusu, arşivler boyunca,
Geceler ayazı, yazlar sıcağı susuyorum...
Ellerimden kayıp gitmekte olan hayatıma son bir hamle
Uzanıp tutunuyorum.
Yağlı urgan mübarek,
Kıvrılıyor yılan gibi
Tutamıyorum...
Zapt edemiyorum yaşamımı,
Haliyle susuyorum...

Baktım olmuyor,
Çığlıklar atıyorum içimden
Monologlar düzüyor,
Ağır içerikli, +18 küfürler diziyorum.
Bedduaları sıralıyor,
Lanetleri biriktirmeden devamlı uzaya yolluyorum.
Maalesef çözüm değil.
Doğal olarak susuyorum...

Sessizliğim içimde büyüyor,
Büyüdükçe kararıyor.
Kara delik yutuyor beni.
Alice misali bilinmez diyarlara götürüyor.
Ne harikası? Bildiğin saçmalık, bildiğin işkence...
Filler üzerimde resmi geçit yapıyor.
40 kayır mı 40 satır mı? diye sorulmuyor bile.
Katırların her birinin kuyruğuna kılı kırk yarabilen son model satırlar bağlanmış
Beni kuşatıyorlar.
İşlerini halledince beni oracıktaki bir kuyuya itiyorlar.
Günlerce göğe bakıp aydınlığı, temiz havayı, güzel kokuları, özgürlüğü hayal ediyorum.
Çıkamıyorum...
Kervanlar gelip-geçiyor sesimi duyuramıyorum,
Mecburen susuyorum...

Susuyorum...
Alimlerin bilgeliğince, deliliğin zindeliğince...
Ağaçların yüceliğince, toprak gibi olabiliğince...
Susuyorum...

Susadıkça yüzün düşüyor aklıma...



9 Mart 2013 Cumartesi

Uzun Geceler Boyunca....

biraz buruk, biraz garip...
"yanındayken kolay elbet, sen olmadan uyunmuyor..."
o öyle değilmiş işte...

Hüs'ü Kasım'dan beri görmemiştim. Adamı bildiğin unutmuşum.
İki gün Ankara'daydı, resmen içimden canavar çıktı.
Bu adam bana iyi katlanıyor hee!

hissettiklerimi hissettiğim an haklıyım esasen...
dolu dolu yaşıyor, o an dünyanın en önemli meselesi haline geliyor.
bir bakışla bile dünyanın sonu, uçurum kenarı, deprem ortası oluyorum...
ama sonra.... puf ! 
hepsi uçuyor, saçmalık geliyor veya boşluk hissediyorum.

*******

aile genlerinden gelen şu "delilik" kısmını sevmiyorum.
benim baba tarafında sinir kalıtsal.
biliyorum ki babamı etkilediği gibi bizi de etkiledi...
kendimde o genleri hissediyorum.
babamda nasıl sinir olarak kendini gösteriyorsa bende de boşluk olarak kendini gösteriyor....
içinde ben ve benim bir sürü saçma fikirlerimle dolu dolu bir boşluk....

"solumda baloncuk çıkıyor ve saniyede senaryo üretip oynuyor beynim" diyorum yaa,
şaka sanıyorlar....
gerçekliğinden haberleri yok...
o senaryoları hissediyor, o kahramanlara bürünüyorum, bilmiyorlar...
şizofrenden farkı görsel olmamaları, küçümsüyorlar...

nevrotiğim....
depresif bir kişiliğim var...
mutluluktan sinire, ordan cinnetin kenar mahallesine sonra da melankoliğe saniyenin onda birinde geçiyorum...
anaforlarımdan, içimdeki fırtınalardan yerle yeksan her şeyim, bulunduğum her yer...
ve bugün fark ettim ki;

KENDİMİ SEVMİYORUM....
insan,
*yaptıklarından...
*yapmadıklarından...
*yapamadıklarından....
*beceremediklerinden...
*pes ettiklerinden...
*vazgeçişlerinden...
*kendinden...
*kişiliğinden...
*görünüşünden...
*düşündüklerinden...
*söylediklerinden...
*hareketlerinden...
*zayıflıklarından...
bu radde nefret eder mi?

üzgünüm anne,
senin güzel çocuğun değilim...
biricik  kızın zaten hiç olmadım...
korkuyorum kendimden...

ve çaresizce bu yazdıklarımın dikkat çekmek için yazılmış, okuyanların "hayırdır?" demeleri sonucu bir sohbet açmak için meydana gelmiş, sırf edebiyat olsun diye karalanmış satırlar olmasını öyle çok ister, öyle candan dilerdim ki....

korkuyorum kendimden...
bugün düşündüğüm;
herkese başka başka şeyler düşündürecek kaçış planından,
son dakika kurtarılacak şekilde kurguladığım intihardan,
çirkin birkaç değişiklikten......

biraz buruk biraz garip...
uzun geceler...



8 Mart 2013 Cuma

Ben Bunların Toplamıyım....


Bazen durup dururken bir özelliğim, bir alışkanlığım parlayıp bana göz kırpıyor. "Bunları biliyor musunuz?" etiketinde yazmalıyım diyorum. Bu başlık altındaki yazılar sayesinde kendimle ilgili şeyleri farkediyorum bazı bazı.

Garipsiyorum....
Önemsiyorum...
İlgileniyorum....
Şaşırıyorum...
Biliyorum...
Görüyorum...
Hissediyorum...

***

*Dağınık bir yatak olan odada bütün bir gün geçirebilirim gerekirse. Çok da rahatsız olmam. Ama yatağa girmeden o iki saniye önce o yatağı toplarım, düzeltirim. Çarşafı çekiştirir, yorganı nizami şekilde gerip hizaya sokarım. O dağınık yatağa öyle girersem nefesim kesiliyor iki dakka sonra, nefes alamıyorum sinirden...

*Panik atağım yok ama bazen sınırına geliyorum. Ama kendimi sakinleştirmeyi, ehlileştirmeyi öğrendim. Nefes alıp vermeye odaklanıp beynimi boşaltıyorum. Gitgide ustalaştım bu konuda, gelişiyorum. Ama her ne kadar normal davransam da o paniğe sürükleyen olaylar hep beni aynı hissettiriyor; hava yapış yapış ağırlaşıyor. Sağ şakağımda atan damar gitgide darbe boyunu, sesini, enini büyütüyor. Sırtımdan aşağı buz gibi bir his geçiyor. Tam karnımın ortasında bir ağırlık  meydana geliyor. Ağır bir balon büyüyor sanki, hem ağırlık yapıyor, hem nefes alamamı engelliyor.
misal bu anlar;
-otobüs yolculuğunun 6.-6,5. saatleri arası ansızın vuran 15 dakika,
-saç kesiminin kabası bitip de ince işine girildiği 5-10 dakikası,
-her tiyatro oyunun ilk 15.-20. dakikası arası birden çöken 10 dakika,
-ben uyumaya çalışırken, tam dalmışken kulağıma gelen kavga-tartışma sesi,
-ambulansın trafikte sıkıştığı an çığır gibi gitgide büyüyerek...
gibi




7 Mart 2013 Perşembe

Kore'ye Dair...


Güney Kore ile tüm bildiklerim, izlenimlerim tamamen dizileri belki biraz da filmleri yoluyla oluşmuş şeyler.
Aha tamam çözdüm, duruma hakimim durumu değil ama film ve dizilerin bir ülkenin kültüründen parçalar olduğu düşünülürse bazı şeyler biliyorum.

İlk kez herhalde "Sophie'nin İntikamı" nı izledim Kore sinemasında.
Sonra da izlemeyeni dövüyorlar "Hatırlanacak Bir Anı"yı.
Aynı anda hem dram hem komik iki film yönünü gördüm. Aşk zaten her filmlerinde olmazsa olmaz.
İkisini de sevdim, sıcacık geldi. 

Ama daha sonradan bin kez aynı durumlarına denk geldiğim dermansız hastalık sonucu ölen kahramanları olan filmlerinden ikrah geldi. O yüzden 2-3 kez dram izledim, diğerleri romantik-komediydi.

Filmlerini de çok izlemedim esasen, benim baktıklarım dizileri. 16-20-25 bölümlük, çerez niyetine, insanın içini ısıtacak, saçmalamalarına kızacak, aşklarına gülecek, rezillikleriyle alay edecek naçizane kardeş ülkelerimizden birinin dizi dünyası.

Bazı davranışları, bazı alışkanlıkları garip geliyor, bazıları çok yakın. Hem dizi-film dünyasında hem kültürlerinde şaşırdığım, garipsediğim, üzerine düşündüğüm birkaç olaylarından bahsetmek istiyorum.

*Başbakan, cumhurbaşkanı, ülkenin en zengin iş adamı bile olsan farketmez. Ayakkabı dışarıda bırakılıyor ve evin içerisine terlikle giriliyor. Bu istisnası olmayan konuların birisi gördüğüm kadarıyla. Şahsen benim çok hoşuma gitti. Çünkü üşengeçliğinden ayakkabı çıkarmayınca dizlerinin üzerinde sürüne sürüne bi koşu içeri gidip gelen bir nesil olarak evde ayakkabıyla dolaşılması dünyanın en saçma şeyi bence.

*Dillerinde 3 farklı konuşma şekli var. Kendinden büyüğe veya rütbeliye, seninle yaşıta, senden küçüğe veya aşağıdakine... Saygı meselesi hoş yani.

*Tonlamaları aynı İtalyanlar gibi. Ne konuştukları ses tınısından kabak gibi ortaya çıkıyor. Bide bazı tepkileri garip, bazı sesleri.

*Niye o kadar içiyor onlar öyle??? İç iç mide mi dayanır yaaa. Çok normal bir şey sarhoş olmak. Şahsım adına konuşuyorum ama sarhoş olmak kadar aciz bir şey var mı acaba? Aklın başında değil, yaptıklarını hatırlamıyorsun. Başkasının yardımına muhtaçsın, rezil ediyorsun kendini, kusuyorsun bir kere yaaa dünyada en nefret ettiğim şey ! Kim bile isteye kendine bu zulmü yapar ki?
İçme adetleri de garip. Yine saygı durumundan kendi kadehlerini kendileri doldurmuyor. Karşılıklı yapıyorlar. Biri içki önerdiğinde içmemek hakaret sayılıyor. Hele bir büyüğün içmeni önerdiyse ölene kadar içiyorsun yani. Yine yine yeniden saygı mevzuundan dolayı içkiyi karşındakinin yüzüne karşı değil, yana dönüp içiyorlar, garip.

*Yemek kültürleri çok derin, geniş, oturmuş. Gurur duyuyorlar bir kere mutfaklarıyla. Ülke ekonomisini bilemiyorum ama bazı şeyler inanılmaz pahalıymış; meyve, sebze, et gibi. Ne kadar yan ürün, sakatat varsa yiyorlar. Gördüklerim misal; horoz bacağı, domuz derisi. 
Bizdeki kültür nasıl "yediğin içtiğin senin olsun, gezip gördüklerini anlat" ise onlarda da tam tersi yediklerini, yiyeceklerini göz önüne serme var. Ben bu adamlar çok yiyip de nasıl bu kadar zayıflar, üstelik sürekli pilav, makarna yiyorlar derken öğrendim ki çok az kalorili yiyecekler tüketiyorlarmış (nasıl oluyorsa) Zaten pilavlarının sadece pirinç ve suyla yapıldığına bakarsak, yağdan eser olmadığını görünce, en sevdikleri yiyeceklerden biri haşlanmış patates olduğunu fark edince....(tatlı patates dedikleri bildiğin közde patates. insan ona en azından tuz atar yaaa, öyle tadı mı olur? hadi bizim yaptığımız gibi tereyeğ, kaşar, envai çeşit malzeme koymasanız da olur) hak veriyorsunuz.

*Tedavi yöntemlerinde alternatif tıp bayaa etkin (tüm uzak doğu gibi)

*Dizilerindeki öpüşme sahneleri komik ! Tamam French Kiss yapma, adamın ağzında kaybolma da o sadece dokunup iki saniye kımıldamadan durmak ne yaaa. Hiç öpüşme daha romantiksin inan.

*Nasıl ki Yunanlılarda bazı adamlara "güzel" deniyorsa (1.dünya savaşıyla ilgili bir kitapta yazıyordu, eskiden çok kullanırlarmış baby face dediğimiz tiplere) Korede de yakışıklı çocuklara "flower boy" diyorlar. Böyle trene bakan büyükbaş modunda adamlara bakıp, yüzlerine karşı övüyorlar. Dış güzellik ön planda yani.
Ama bazı adamlarına adam denmiyor. Oğlan çocuğu bildiğin, yani bizim için öyle geliyor. Askere gidip geldiklerinde hepsinin biraz daha kaslandığını, adama benzediğini farketmiş bulunmakla birlikte Kore dramasında tek beğendiğim, yakışıklı adam dediğim vatandaşı size tanıştırıyım;
Gong Yoo


Hem komedide hem dramda başarılı buldum yavrucağı.



Böyle bir de karizması var, yerler :)


Artissss de kendisi...


Dizilerini izlemeseniz de bu filmini mutlaka izleyin 
dogani (silenced) Gerçek hayattan alınmış hikaye yüreğinizi parçalar baştan diyim.
Bu yavrucuğum resim öğretmeni, sağırlar okuluna atanıyor. Ve okuldaki şiddet, cinsel saldırı gibi şeyleri fark ediyor. Bizim ülkemiz yalnız değilmiş bak, orada da adalet herkese eşit değilmiş....
İzleyin bence...Gayet başarılı...


Bizim Türk kızları artık coşmuş. Bu resimleri, dizileri ararken fark ediyorum da Kore'li oppalarına :) aşıklar. Kore'de okuma hayalleri var. Fanatikler yani, ciddiler hemde. Dil öğrenmeye çalışıyorlar kendi başlarına, oradaki oyunculara falan ulaşmaya çalışıyorlar. Şaştım valla. Uçmuşlar bence ama olsun... Çocuksu heycanlar iyidir, abartılmadıkça...Yaşın 18'in altındaysa..... Gerçeklere dönün uyarımı alanlar aldı ...


Hayır yani bende yırtınmıyorum adamlara, Kore fantezilerim yok ama kendimce saçmalama hallerim var. Misal her şeyi kurgulayan, yazılmamış 17623...tane kitap, 373652...tane film senaryosu kurgulamış, taslağını hazırlamış ama bir cacık bitirememiş bendeniz itiraf ediyorum;
Bir kore draması yazdım. Yaklaşık 20 bölümlük.


Gülenler halt yesin lütfen, ne var !!! İçimdeki çocuk bok yemiyor böyle şeyler yapıyor işte. Ne var yani ülkemizi temsil etsem şöööyle güzel bir dizinin senaristi olarak. Gitsem Seul'e, yanımda bir tercüman, tatsam yemeklerini, oyuncularla kolkola resim çektirsem, setten fotolarımı instagrama falan koysam..
NOLURDUUU? 
Kore büyükelçiliğine mektup yazmayı düşünüyorum. Başka ulaşabileceğim yerler varsa lütfen tavsiye edin, destekleyin :)

Diceklerim şimdilik budur, okuyanlara saygım sonsuzdur ....