HASRET TÜRKÜSÜ
Ablamın mektubu elime geçtiğinde her zaman ki gibi senin
mektubunun da gizli saklı ona iliştirilmiş olduğunu düşündüm. Hemen açtım zarfı
hırsla, ancak senin ilkokul çocuklarından hallice el yazını göremedim. Bir hata
vardı ya, ya ablam senden mektubu almadan verdi kendininkini postaya ya da sen
bitiremedin bana yazacağını… “Hani her hafta yazacaktın”? diye sitem ederken
ablamın mektubunu iç cebime koydum. Nöbet yerine varınca açtım, okudum…
Şu tepemdeki sarp kayalardan bir büyükçe taş parçası kopsa
düşse üzerime, vallahi canım acımaz. Daha ne kadar yanabilir ki canım.
Ola ki vurulmuşum,
haberim bile olmaz. Daha ne kadar dağlanabilir ki bedenim…
Belli ki vurulmuşum zaten; kaderimin ortasından, sevdamın
kalbinden, canımın dibinden… Yoksa nasıl bu kadar acı çekebilirim ki, üzerime
toprak atılmışçasına nefessiz kalırım böyle, gözümün pınarları sele özenir bu
kadar şevkle…
Kurulmuşum dağ başına, nöbetteyim….
Seni evlendirmeye azletmişler. Benden haberi olmasa bu kadar
aceleye getirir mi o gavur baban? Belli ki kulağına kar suyu kaçıranlar olmuş.
Hemencecik sarıp sarmalayıp seni el adamının kollarına atacaklar besbelli.
Baban seni çeyiz bohçasıyla karıştırmış sanırım…
Kuruyorum kafamda… Kurup kurup bozuyorum… Bir ihtimal daha
var deyip umutlanıyor, sonra yeni bir hikâyeyle ölüme yanaşıyorum. Kalbimi
durduruyor anılar, gözlerin nefesimi kesiyor yine her zamanki gibi. Seni
düşünüyor, alışkanlıkla gülümsüyor ve “bekle beni yarim” diyorum. Daha sonra
aptal kafama geliyor düşünceler. “Bekleyecek zaman yok” diyorum; “hiç zaman yok
ki…”
Bana kastına baban, sana telli duvaklı, usturuplu bir düğünü
bile zor yapacakmış neredeyse. Ablam bir gözünü de mor mu görmüş sanki. İçimde
bir yer masum katli görmüş gibi acıdı. Sanki gözümün önünde bir bebenin şah
damarını kestiler. Öyle yandı içim ve elim kolum bağlı…
Kurulmuşum dağ başına, nöbetteyim…
Uzun bu yollar. Gelemem ki gözümü karartıp. Bir vesait olsa,
bir taş atımı mesafede olsan, bir ip sallasam da çekebilsem seni kementle…
Vallahi durmam, yaparım. Şimdi ne yapayım peki? Sığamıyorum dağlara, taşlara.
Ben, ben değilim de sanki bir kafese
konmuş kuş gibiyim. Tutsak edilmişim de, ellerimde prangalar, sürgündeyim….
Senden beterim, yalnız… Sevdalı…
İnsanlar “panik atak” diyor çevremde. Duyuyorum seslerini
ama bastırıp sana odaklanıyorum. Çocuk tının geliyor sıcacık, koynuma
çörekleniyor. Görüyorum bir sürü adamın yüzünü, bir göz kırpışıyla siliyorum
nicesini. Gülüyorsun gizli kapaklı. Gamzen olmuş derya, boğuluyorum sevinçle.
Kaşındaki ben, yıldırım misali, çakıyor üstüme üstüme. Gözlerin alev alev; ısıt
beni esmer yarim… Dolanmışım yar beline, saçlarında gezinmişim, ağlamaklı
bakmışım suratına korkarak…
Kurulmuşum dağ başına…
Bir başkasına gönüllü varsan, beni unutmuş olsan, başkasının
seni daha mutlu edeceğine inansan canı gönülden… Düğününde gelir göbek atarım.
Hem ağlarım hem gönderirim seni sevdiğinin kollarına. Ancak sen şimdi kalbine
koymadığın, yüreğinde büyütmediğin, adını içine fısıldamadığın birinin
kollarına itiliyorsun. Her şeyden geçerim de bu zulme dayanamam ceylan gözlü.
Ben mühim miyim sanıyorsun gözümde? Yok vallahi, billahi yok… Endişem sensin,
korkum sen… Üzüntüm sensin, ağladığım sen… Çıldırışım sana, öfkem senin için…
Ben mühim değilim ki…. Sen ne olacaksın, derdim bu…
Dağ başında…
Sana üzülür, sana erir, sana karalar bağlayıp; kendimi
asar,keserim. Seni nasıl unutsun can-ı yüreğim? Hasretinle erir giderim. Mutlu
olduğum görülürse bir gün, zindan zindan gezerim.
Sonrasını düşünmüyor,
düşünemiyorum… İhtimalleri siliyor, inkar ediyor, beni beklemeni istiyorum.
Adamlar etrafımı sarmış, üstüme çullanıyor. Tutuyorlar ellerimi, kollarımı.
Nefes almamı söylüyorlar.
Sanma ki dönmem sana. Beni (keşke) bekle(yebilsen)… Seni ben
alam…
Kurulmuşum dağ başına, sevdaya nöbetçi olurum bundan gayrı…